* Tarihçe kısmının tamamı Yrd. Doç. Dr. Özgül Küçükaslan’ın “Türk Veteriner Hekimliğinde Doğum ve Jinekoloji Tarihi Üzerine Araştırmalar” başlığı ile Doç. Dr. R. Tamay Başağaç Gül danışmanlığında 2012 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde hazırlamış olduğu doktora tezinden kendisinden izin alınarak aynen alıntılanmıştır.
Eski Uygarlıklarda hayvanların evcilleştirmesiyle birlikte; onlarla yaşayan insanların hastalıklarıyla ilgilenmelerinin yanı sıra doğumlarına da yardım ettikleri düşünülmektedir. Eski Mısır’da hayvan bakıcısı olduğu düşünülen kişilerin, ineğin doğumuna yardım edişini açıkça gösteren figürler bulunmaktadır. Kabartmalardan birinde, ineğin doğumu sırasında buzağıyı ön ayaklarından ve burnundan tutarak çeken ve ineğin önünde durarak ona kaya tuzu veren iki kişi tasvir edilmiştir. Kısırlaştırma operasyonunun yapıldığını bildiren eserler de bulunmaktadır (Bekman, 1940; Erk ve Erk, 1963; Erk, 1966; Schäffer, 1992; Stöber, M, 1995). Eski Hint Uygarlığında, gebe hayvanlara ve yeni doğan yavrulara önem verildiği; doğum bilgisinin, kısırlık tedavisi ile uğraşılacak düzeye ulaştığı bildirilmektedir (Smithcors, 1958). Eski Yunan ve Roma’da ise hayvan hekimliğine ait yazılı kaynaklarda doğum bilgisine de yer verilmiştir. Klasik Batı düşüncesini en çok etkileyen kişilerden biri olan Yunanlı Filozof Aristo (MÖ 380-322), yavru zarları, yavrunun uterus içi beslenmesi, fötusun durumu ve süperfötasyon hakkında bilgi vermiştir. Aristo, çeşitli memeli hayvanlarda uterusun yapısını karşılaştırarak üreme konusunu incelemiş; ancak, doğum ve doğuma yardım üzerinde çok az durmuştur. Domuz ve koyunlarda yavru atmanın bazı nedenlerini bildirmiş, domuzlarda uygulanan ovariotomiyi açıkça anlatmıştır. Aristo verdiği bu doğru bilgilere karşın, embriyonun yalnız erkek tarafın ürünü olduğunu, tüm üreme malzemelerinin ise dişiden geldiğini ve annenin yavruyu yalnızca besleme ve koruma rolünü üstlendiğini öne sürmüştür (Erk ve Erk, 1963; Hamlyn, 1967; Petorak, 1988). MS birinci yüzyılda, Roma’da yavrunun uterus içerisinde parçalanması anlamına gelen fötotomi uygulamalarının yapıldığı bilinmektedir. Doğaneli (1960), Columella’nın, abortus, fötusun hatalı durumu, fötusun büyüklüğü konularını bildiğini bildirmektedir. Bizans döneminin en önemli veteriner hekimliği belgelerinden olan ve 156 yazarın birbirlerine yazdıkları mektupların toplanmasıyla oluşan “Hippiatrika” adlı eserde, doğum bilgisi ile ilgili bilgilere yer verilmiştir (Erk, 1955). İskenderiye Tıp Okulunun en önemli temsilcilerinden biri olan Herophilus (MÖ 375-280), ovaryum ile oviduktu tanımlamış, sonraki yıllarda Bergamalı Galen (MS 129-199), “dişi testis” olarak adlandırdığı yumurtalıklardan çıkan bir sıvının cinsi birleşme anında uterusa taşındığını ve burada er suyu ile karşılaşarak gebeliğin oluştuğunu bildirmiştir. Aristo’nun aksine, erkek tohumunun üremenin hem malzemesi, hem de nedeni olduğunu ileri sürmüştür (Petorak, 1988). Galen, daha detaylı embriyolojik araştırmalarının yanı sıra, canlı gebe keçilerde anatomo-fizyolojik denemeler yapmak amacıyla sezaryen operasyonları gerçekleştirmiştir. Roma döneminde, teratolojik oluşumların güç doğuma neden olduğu ve bunların korku ile karşılandığı kayıtlara geçmiştir (Erk ve Erk, 1963).
Roma İmparatorluğunun Doğu bölümünde kurulan Bizans İmparatorluğunda Veteriner Hekim Apsyrtus (MS dördüncü yüzyıl), prolapsus uteride red konusunu ve vulva dudaklarının tellerle dikilmesini tarif etmiş ve kısrakta doğuma müdahale hakkında fikirler vermiştir. Aynı çağda yaşamış olan Yazar Eumelius, ilk kez retentio secundinarumdan ve tedavisinden bahsetmiştir. Yine Apsyrtus’un çağdaşı Chiron, “Mulomedicina chironis” adlı eserinde, doğuma müdahaleyi ve ölmüş yavrunun uterusta skalpel ile parçalanmasını anlatmıştır (Doğaneli, 1960; Erk ve Erk, 1963; Erk, 1966). Batı’da, Roma İmparatorluğunun yıkılmasından Aydınlanma Çağına kadar geçen yaklaşık 1000 yıllık dönemde, her türlü bilimsel araştırma ve çalışmalar yasaklandığından veteriner doğum ve jinekoloji bilgisinde hemen hiçbir gelişme kaydedilmemiştir. Batı’da, Karanlık Çağ olarak adlandırılan bu dönem yaşanırken; antik dönem biliminin aktarıldığı Doğu’da İslam Uygarlığının giderek geliştiği ve bilimde söz sahibi olduğu görülmektedir (Erk ve Erk, 1963; Yerlikaya ve Özen, 2005).
İslam Uygarlığı Çağında, dokuzuncu yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanan ve genellikle at yetiştiriciliği, hayvanların bakımı, beslenmesi, hastalıkları ve tedavileri gibi konuları içeren eserler olan “baytarname” lerde doğum ve jinekoloji bilgilerine de yer verildiği belirlenmiştir (Erk, 1959; Erk, 1960; Erk, 1961a; Erk,1961b; Dinçer ve ark., 2001).
Dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, Abbasi Sarayı İmrahoru iken yazmış olduğu kitapları ile tanınan Veteriner Hekim İbn Ahi Hizam, “Kitab al-Hayl val Baytara” adlı eserinde doğum ve jinekolojiye ilişkin bilgilere de yer vermiştir (Erk, 1961b; Erk ve Erk, 1963). Erk, (1961b), Eserin sekizinci bab’ında doğum ve jinekolojiye ilişkin olarak; “Doğumdan yedi gün sonra kısrağın içi temizlenir ve kızgınlık gösterir. Eğer gebe kalmazsa yirmi gün sonra tekrar kızgınlık gösterir. Gebelik süresi 11 aydır. Gebe kısrağın bakışları tiz olur, dikkatli yürür, aygır aşmak isterse bırakmaz. Kızgınlık ilkbaharda olur. On kısrağa bir aygır verilmelidir. Aygırın tırnağı sağlam, geniş ve koyu renkli olmalı, ayıpları bulunmamalıdır. Aksi halde yavru da ayıplı olur.” bilgisinin yer aldığını aktarmıştır.
Eserde “doğacak yavrunun cinsiyeti için kısrağın önce sağ memesine süt gelirse erkek, aksi halde dişi olacaktır” şeklindeki batıl inançlara da yer verildiğini belirten Erk (1961b), bab’ın devamında Hizam’ın tedavi yöntemlerinden aşağıdaki gibi bahsettiğini bildirmektedir:
“Atın ve yund’un (kısrak) Atların gebe olup olmadıklarını anlamak için; dişi at alınıp topraklı bir yere götürülür ve işemesi beklenir. At işerken otların üzerine işemesi sağlanır. Ertesi gün otlar kurumuş ise gebedir, yaş ise gebe değildir.”
“Rumlara göre, eğer erkek yavru istiyorsan, erkeğin sağ testisini bağlamalısın. Dişi, erkek yavruya gebe olduğu zaman sağ memeleri şişer, yoksa sol memeleri şişer. Rumlar demişlerdir ki, en fazla gebelik süresi 11 ay sekiz gün ve en kısası dokuz aydır.”
Özen’e (1999) göre Yazar, atlarda fertiliteyi arttırmak amacıyla aşağıdaki uygulamayı önermektedir: “Bu uygulamalar hayvanın hamile kalması için yavrunun odasına (rahime) yapılır. Bu tedaviyi yapacak adamın elleri ve hayvanın vaginası iyice yıkanır. Sonra el, iki tane ufak et buluncaya kadar yavaş yavaş vaginadan içeriye sokulur. Bunlar olursa, daha çok vaginanın hemen girişinde sağda ve solda bulunurlar. Bu etler bulunursa, ucu yuvarlak olan keskin bir makas içeri sokulur ve onlar kesilir. El yavrunun evi bulununcaya kadar tekrar içeri sokulur. Burada yavrunun evinin kapalı olduğunu anlayacaktır. Bu kapağı bulduğu zaman eliyle iyi bir şekilde yavaş yavaş genişletmeye başlar. Buranın yavaş yavaş genişlediği fark edilecektir. Bu kapı genişleyince el çıkarılır ve hazneyi yıkayacak maddelerle iki-üç defa yıkanır. Ama yanında ellerine su dökecek bir yardımcı olması gerekir. Tabi ki haznenin içinde su toplandıkça çıkartılması gerekir. Yavrunun bulunduğu oda bu şekilde açılmış olur ve bu atın da hoşuna gider. El çıkarıldıktan sonra bir buçuk tane misk, bir gıfle zâferan, bir tane kâfûr, iki kaşık sert bal, gül suyu ile kaynatılır. Sonra yedi tane biber alınıp bu karışıma eklenir ve karıştırılır. Hepsi birlikte ezilip kaynatılır ve kıvama (jel) gelir. Bunların hepsi ince bir bezin üzerine bırakılır ve ince bez yün ile kapatılır. Bu, limon tanesi büyüklüğünde yuvarlanır. Kalan suyu hayvana içirilir. Bu limon tanesi uzunca bir pamuk ipliğine bağlanır. Pamuk ipliğinin uzun olması önemlidir. Hazırlanan bu şey hayvanın yavru evi bulunana kadar vaginadan sokulur. İpin diğer ucunun dışarıda olmasına dikkat edilir. Bu, bir gündüz ve bir gece içeride bırakılır. Atın erkeği geldiği zaman ip hızlı bir şekilde dışarı çıkarılır ve hayvanlar çiftleşirler. Daha sonra erkekten gelen meni dişinin yavru odasını soğutur ve inşallah döl tutar.”
Özen (1999), Eserde verilen yavrunun rahimde ölümü halinde uygulanan fötotomi operasyonunu şu şekilde aktarmaktadır: “ Sebebi, yavrunun odasının küçük olması ya da hayvanın ilk defa doğum yapacak olmasıdır. Anne yavruyu içinde hissettiği zaman kendini yere atar. Bu yavrunun ölümüne sebep olabilir. Ayrıca hızlı koşmaktan da olabilir. Doğumun yaklaştığı dönemlerde hasidi gösterip vermemek ve suyu gösterip içirmemek de sebep olabilir. Hatta bazen yavrunun kafası çıkar ve bu durumda da ölebilir. Ölüm sebeplerinden bir tanesi de karın bölgesine çifte yemektir. Tedaviyi yapacak adam ince, zayıf ve kibar bir ustura alır. Keskin tarafını elin içine doğru alır. Herhangi bir omuzu, eklem yerinden kesip kolu, el tarafından yavaşça dışarı çıkarır. Eğer bu omuz çıkmazsa öteki omuz kesilir. Eğer omuzlar birbirinden uzak ise, arka bacakları kalça ekleminden kesilir ve çıkarılır. Kalan vücut bölümü son olarak çıkarılır. Çeyrek ratıl iç yağı, çeyrek ratıl soyulup ezilmiş sarımsak ve bal karıştırılarak hayvanın vaginasından içeriye konulur. Hayvan üşümesin diye üzeri örtülür. İnşallah hiçbir şey kalmaz.”
Dunlop ve Williams (1996), 14’üncü yüzyılda Araplar’ın atlara sun’i tohumlama uygulamaları yapmış olabileceklerini bildirmektedirler.
Dinçer’e (1973) göre, 15’inci yüzyılda yazıldığı kabul edilen ve ilk anatomi kitabı olduğu düşünülen anonim nitelikli “Kitab-üz Zardaka fî Ma’rifet il-Hayl ve Ecnasuha ve Emrazuha ve Edviyetuha” adlı Baytarnamede, yavrunun anne karnındaki pozisyonu doğru olarak çizilebilmiş, zigot ve embriyodan, kısrağın gebeliğinden, yavrunun duruşundan, doğum ve doğuma yardımdan bahsedilmiştir. Dinçer (1973) Eserde, yavrunun uterustan çıkışının şu şekilde anlatıldığını bildirmektedir: “Batındaki hücreden (uterus’tan) çıkışı: Eğer tay dışarı çıkmak isterse başı ile anasının fercine (vulva) döner ve ferce doğru yaklaşır; dışarı çıkmak için sanki suda yüzer gibi ayaklarıyla kendisini ileri iter, ellerini de bir çıkış yolu olsun diye öne uzatır. Böyle yaparak Allah’ın izniyle çıkar”.
Dinçer (1973) Eserde gebe bir kısrağın resmine de yer verildiğini ve resmin şu şekilde açıklandığını aktarmaktadır: “Bu, onlamış kısrağın gebeliğinin, içindeki tayın duruşunun ve doğumda çıkışının görünüşüdür. Çıkışın yardımcısız, müdahalesiz ve ilaçsız şeklidir. Böylesi ancak Allah’ın yardımı ile olur. Bazen yavrunun çıkışı zorlaşır, ona yardım edecek kimseye ihtiyaç gerekir”. Resmin sağ yanında “Hz. Peygamber ve Sahabelerine selamlar ve selâtlar”, sol yanında ise “Böylece Allah’ın takdiriyle bu iş biter” yazılıdır.
Yiğit (2011), 15’inci yüzyılda Türkçeye çevirisi yapılan Arapça bir Baytarname üzerinde yaptığı doktora çalışmasında, Eserde kısraklarda çiftleşme, gebelik ve doğumla ilgili bilgilere şu şekilde yer verildiğini bildirmektedir: “ Dişi at iki yaşına kadar erkeği kabul etmez. Kısrak, iki yaşına ulaşınca aygırla beraber yedi gün veya isteği geçene kadar bırakılırsa gebe kalır. Yirmi gün ayrı tutup aygır yaklaştırıldığında çiftleşme isteği olursa tekrar yedi gün aynı yerde tutarlar, o zaman gebeliği kesinleştirilir. Bu zamandan 40 ya da 60 güne kadar ayrı tutup tekrar gösterirler. Eğer istemezse, erkeği engellemeye çalışırsa kesin gebedir. Asi olur, doğuma kadar aygıra bakmaz. Doğum yaklaştığında ona “makreb/mukarreb” denir. Bu zamanda memeleri kara görünümlü olur. Yalnız kalmak ister, insanlardan uzak bir yerde durmak ister. Eğer memeleri kara olursa yavru doğuma yakındır. Doğurduktan sonra müdahale edilmemelidir. Yedi gün içinde yavru zarlarını atar. Daha sonra aygırı gösterdiklerinde aşırı istekli olur, kısa zamanda gebe kalır. Gebeliği çiftleştiği andan 11 aya kadar sürer. Daha kısa da sürebiliriçini arıtmak (purgasyon) için eşek hıyarı (Ecballium elaterium, Anchusa tinctoria) kurutulur, dövülür, natron (bicarbonate de soude) karıştırılıp verilir veya kuru yonca tuzlu su ile ıslatılıp üç defa yedirilir.”
“Rahim ağrısına (metritis ?) eşek hıyarı, natron ve tuzlu su ile lavaj yapılır. Hafif metritis ve vajinitis için sütlü ilaç tavsiye edilir”
“Gebelik sırasında yavru fesada gelirse (güç doğum veya gebelik arızası) çok fenadır. El rahime sokulur yavrunun ağzı tutularak çıkarılmaya çalışılır (extraction force). Başarılamazsa şaraplı ilaç verilerek yavru atılır. Güç doğum için bir de dua yazılmıştır.”
“Prolapsus uteride kısrağı arka üstü yatırıp, rahim sıcak su ile yıkandıktan sonra yağlı mazı ve şarap dökülür, yavaş yavaş içeri itilir sonra vulva ibrişimle dikilir, dikiş yerleri tekrar şarapla yıkanır”. Dikiş olarak müteferrik dikiş tarif edilmiştir. “Uterusun geri çıkmaması için vulva üzerine bir kavuk bağlanarak tazyik edilir ve üç gün bırakılır. Hayvan iyi beslenmelidir. Zayıf kısraklarda prolapsus uteri daha kolay meydana gelir.”
Bu bilgileri aktaran Erk (1961b), eski Yunan ve Bizans veteriner hekimlerinin doğumla ilgili konulara gerektiği kadar önem vermediklerini; bunlardan yalnız Chiron’un (MS dördüncü yüzyıl) prolapsus uteriden bahsettiğini belirtmiş; oysa Hizam’ın daha dokuzuncu yüzyılda sonuç alabilecek tedavileri uyguladığını ifade etmiştir.
İslam Uygarlığı Çağında 12’nci yüzyılın ziraat ve veteriner hekimliği yazarı İbnül Avvam, “Kitab-al Falâha” adlı eserinde; ineklerde gebelik süresinin dokuz-on ay; koyunlarda beş ay; kısraklarda 11-11,5 ay; eşeklerde ise 12 ay olduğunu açıklamıştır. Avvam Eserinde ayrıca, gebelerin bakımı, doğumdan sonraki dönem ve kısırlıklardan da bahsetmiştir (Erk, 1961a; Erk ve Erk, 1963).
Erk’e (1959) göre, İslam Uygarlığı Çağında veteriner hekimliğin; özellikle de doğum ve jinekolojinin ne kadar ileri durumda olduğu, Orta Çağın en büyük veteriner hekimlerinden biri olarak kabul edilen Memluk Sarayı Veteriner Hekimi Ebu Bekr İbn Bedr’in (14’üncü yüzyıl) “Naserî” adlı eserinden anlaşılmaktadır. Kitabın sekizinci makalesinin 16-21’nci bablarında prolapsuslar, yavru atma ve kısırlığın tedavisi için çeşitli bitkilerden yararlanıldığından bahsedilmiştir. Özgür ve Özen’e (2000) göre, Naserî’de kısırlığın (sıkıtlık) uterustaki rutubetten olduğu bildirilmektedir. Tedavide, ardıç ağacı, mazı ve servi kozalağı, ak şarap ile kısrağa içirilmiştir. Erk’e (1959) göre, kısraklarda gebeliği önleyici maddelerden bahsedilmiş, ölü yavrunun zorla çekilip çıkarılma uygulaması sırasında organların yağlanması ve fötotomi geniş şekilde anlatılmıştır: “Üstad olan veteriner, elini menekşe yağına batırıp kollarını güzelce yağlar, parmakları arasına küçük bir ustura alır. Kolunu yavaşca uterusa sokar. Eğer yavru doğru gelip de başı önde ise çengeller gözünün, üst çenenin ve alt çenenin kemiklerine iliştirilip azar azar dışarı çekilir. Çekmeden önce kısrağın vaginası koyungözü ve eğrice otunun kaynamış suyu ve menekşe yağı ile kayganlaştırılır. Ölü yavrunun bütün çıkması için yolların kaygan olması gerekir. Eğer yavru devrilmiş (dönük) veya boynu eğri olup doğrultulması mümkün değilse önce ele geçen uzuv kesilir. Bu kesilen kısım tam olarak dışarı çıkarıldıktan sonra yavrunun diğer kısımları dışarı alınır. Bu bitince kunduz hayası, kimyon ve tuz kaynatılmış zeytinyağı ile uterusa lavaj yapılır. Bu lavajın tekrarlanması gerekir.” Froehner (1954) de Ebu Bekr’in, fötotomi için göz, çene ucu ve boyun çengelleri kullandığını bildirmektedir. Özgür ve Özen (2000), bu Eserde gebelikten men etmek için yapılan uygulamayı şu şekilde aktarmaktadır: “Kısrak aygıra çekileceği zaman tavşan mayasını (!) atın testislerine sürüp, sonra katranla bulaştırılmış yapağı kısrağın vaginasına sokulur; veyahut sıfat zamanı atın penisine katran sürülür”. Eserde, iki memenin hararetli şişmesinde ise (mastitis) ermeni kili ve hullabinin memelere ikişer kere uygulanabileceği ya da menekşe yağının sürülebileceği de bildirilmiştir.
Dinçer (1973), Ebu Bekr’in Eserinde “kızgınlık periyodunda vulvadan yumurta akı gibi meni benzeri bir akıntı gelir, meni uterus’a gelince birleşme olur ve kısrak gebe kalır; doğum yaklaşınca memeleri kabarır, 11 ayda doğurur” bilgisine yer verildiğini aktarmaktadır. Erk’lere (1963) göre, Ebu Bekr, güç doğumların nedeni olarak yavrunun anormal geliş ve pozisyonlarına değinen ilk kişidir.
Özen (1999); Hibetullah Bin Mahmud Bin Mevrud El-Hanefi tarafından çevirisi yapılan “İlm-i Fürûsiyyet” adlı Eserde gebeliğin belirtileri ve kısırlaştırma ile ilgili bilgilere de yer verildiğini belirtmektedir. Melikü’l Mücahid Abu’l-Hasan Ali Bin Davud tarafından 14’üncü yüzyılda yazılan “Kitâb-ı Baytarname Fî Mârifeti’l- Hiyel Alâ Asnâfihe ve Mârifeti’l Emrâzuha ve Adevâtuha ve Ğayru Zâlik ve Ġleyhi Alâ Mârifeti’l-Hiyel ve’l Biğâli ve’l-Hamiri ve’l-Cimâli” adlı Eserde at, deve ve koyunda kısırlaştırmayı men eden hadislerin bulunduğundan bahsedilmiş; kızgınlık ve gebelik belirtileri, gebelik süresi, yavrunun ana karnındaki duruşu, doğum, fertilite ve fötotomi ile ilgili bilgilere ise aşağıdaki gibi yer verilmiştir:
“Çiftleşme zamanı dişinin vulvasının şişmesi ile anlaşılır. Bir dişiye bir erkeği zorlamak mekruhtur ve dişi at istemezse bu iş olmaz. Kısrağın tamamen gebe kalıp kalmadığı üç ay sonra belli olur. Gebeliğin alametleri; tüylerin parlaklığı, vulvadaki şişliğin inmesi ve atın sevincidir. Kısrak üç ay sonra gebeyse, bundan 40 gün sonra yavruya “derve” denir. Yavrunun bu zamanda yemek borusu şekillenmeye, yani boğazı oluşmaya başlamıştır. Bundan sonra tüyleri çıkar ve bu aşamada “ukuk” denir. Ruh ona üflenene kadar, ilk döllendiği günden beş buçuk ay geçmiş olur. Bu zamanda anneye “markıd” denir. Markıd, yavrunun anne karnında “rakıd” adı verilen duruştan hareketle, anneye verilen bir isimdir. Markıd’dan iki ay sonra anneye “madre”, bundan sonraki iki-üç ay “mukrib” denir. Mukrib’den iki ay sonra “mareh” ve “mudin” denir. Gebelik günleri tamamlandığında “mutim” denir. Doğum sancıları yaklaştığında dişi insanlardan ayrılmak ister. Öyle yaptığında adı “farik”, yapmazsa “hudif” olur.”
“Doğum süresi erkekle çiftleştiği günden itibaren 11 ay 11 gündür. Gebelik süresi bundan uzun sürerse “ceret” adı verilir. Eğer doğum süresinden fazla gebe kalınırsa yavru için iyi olur. Dişi yavru fazla süre kalır. Fakat biz şimdiye kadar 11 ay 11 günü geçeni görmedik. Asil olan at gebelik süresini uzatır. Fakat bu çok nadirdir.”
“En iyi çiftleşme zamanı Ocak, Şubat, Mart ve Nisandır. Eğer çiftleşme Kuzey rüzgârı eserken olursa yavru güzel olur. Rumların dediğine göre, Kuzey rüzgârı eserken yavru erkek, Güney rüzgârı eserken dişi olur. Arapların, atlara ilişkin ilgi ve bilgileri daha fazla olmasına rağmen, bu konuda herhangi bir görüşe rastlamadık.”
Bu süre 8-11 ay arasındadır. Eğer öncelikle sağ memesinden süt gelirse yavru erkek, eğer sol memeden gelirse dişi olur. Bilgi, Allahu tealânın katındadır. Bazı kısraklar aygırdan uzak durur, güç kullanmadan kabul etmez. Bu nedenle gebe olup olmadığı da zor anlaşılır. Bunlar, gebe kaldığında tüyleri parlak, bakışları sert olur. Erkek yaklaştığında hareket eder, uzaklaşır. Bazı kısraklar erkeğin menisini kabul etmez ve gebe kalmaz. Bu durumda en kısa sürede ilaç kullanılmalıdır.” Kısrağın gebe olup olmadığını anlamak için yeşil ot üzerine işemesinin sağlandığı; ertesi gün ot kurursa hayvanın gebe olduğu kanısına varıldığı belirtilmiştir. Eserde “bazı kısraklar ikiz doğurur, ancak musannif buna hiç rastlamadığını, bazı atların da kısır olup gebe kalmadıklarını bildirmiştir. Ebeveyni soylu olan bazı atlarda gebelik zamanı bahardır. Çiftleştirilirken, her on dişiye bir aygır yeterlidir. Bazı dişiler doğumda çektikleri yoğun ağrıdan dolayı yavrularından kaçar. Bu durumda kısrağa dikkat edilerek, tay memeye alıştırılmalıdır.” ifadelerine yer verildiği de aktarılmaktadır.
Ahmet İbni Hasan İbni Ahnef tarafından çevirisi yapılan ve 17’nci yüzyıla ait olduğu sanılan bir Baytarnamede; kısraklarda gebelik belirtileri, gebelik teşhisi, yavru atma, doğum sonrası dönem, kısırlık tedavisi, prolapsus uteri, ölü yavrunun uterustan çıkarılması gibi konulardan bahsedilmektedir (Erk, 1960). “Kısrak yalnızlıktan hoşlanır, doğumdan sonra yedi gün kendi haline bırakılmalıdır, karnındaki her şeyi bu kadar günde atar (sonun atılması, uterusun normal hale gelmesi).” Baytarnamede,“doğumdan evvel yavrunun erkek veya dişi olacağını anlamak için kısrağın memelerine bakılır. Sağ memesinde süt olursa yavru erkek, sol memede ise dişi olur.” şeklindeki batıl inançlara da yer verildiği bildirilmiştir. Erk (1960), bu Eserin sekizinci bab’ında yer verilen doğum ve jinekolojiye ilişkin bilgileri şu şekilde aktarmaktadır:“Hırap gösteren kısrak aygır görünce işeyip fercinden sular akıyorsa aygıra çekmek zamanı gelmiştir. O zaman rahim meniyi kabul eder. Aygıra çektikten sonra yedi gün sabredip tekrar aygıra göstermelidir. Kısrak işeyip fercinden su akarsa gebe kalmamıştır. Eğer kısrak aygırı yanaştırmazsa gebe demektir.” “Kısrak yalnızlıktan hoşlanır, doğumdan sonra yedi gün kendi haline bırakmalıdır, karnındaki her şeyi bu kadar günde atar (sonun atılması, uterusun normal hale gelmesi). Görülür ki, kızgınlık alâmeti ve doğumdan sonra ikinci sıfata kadar geçecek müddetler doğru olarak verilmiştir. “Doğumdan evvel yavrunun erkek veya dişi olacağını anlamak için kısrağın memelerine bakılır. Sağ memesinde süt olursa yavru erkek, sol memede ise dişi olur” gibi batıl şeyler yazılmıştır. “Gebe kalmayan kısrağın tedavisi için: Kasal hımar (Lithospermum officinale) ve natron (NaHCO3) kısrağın yemine karıştırılır, ishal olur. Sonra mersin yaprağı (Myrtus communis) suda kaynatılıp ılık iken ferçten el sokulup dört beş kere bu ılık su ile yıkanır, temizlenir. Sonra silinip kısrak gezdirilir. Ertesi gün aygıra çekilir. Bu fayda vermezse misk, safran ve menekşe yağı karıştırılıp ferce ithal edilir. Kısrağa yedi gün ot yedirilir. Bu da fayda vermezse üzerine çemendir çekmelidir (?). Bundan da fayda görülmezse kısrak kısırdır, tedavi edilemez. Gebe kalmamak semizlikten ileri geliyorsa kısrağa az yem vermeli ve koşturmalıdır.” “Eğer yavru uterusta ölmüşse; bir kişi kısrağın başını tutar, biri de fercine el sokup luabı sakarcıl (?)sürer, sonra barbunya şaraba katılıp kısrağın burnuna akıtılır. Bu ilaçlar kısrağın uterusundaki ölü tayı düşürür. Güç doğumlarda ise bir ayet yedi kere okunur, kısrağın doğurması bu suretle kolaylaştırılır, demekle tekrar batıl satırlar yazmıştır.” “Kısrağın rahmi, fercinden çıkarsa (Prolapsus uteri) hayvan eğri (meyilli) yerde tutulur, rahim ılık su ile yıkanıp sonra şarapla da yıkanır, iğne ile dürtülür (scarification) veya nar kabuğu, şarap ve zeytinyağı pişirilip bununla rahim yıkanırsa içeri gider. Kendi kendine gitmezse yavaş yavaş elle sokulur. Sonra ferç şarapla yıkanır, ibrişim ile dikilir, hayvanın işeyebileceği kadar yer bırakılır. Bu dikişler üç hafta kadar bırakılır ve ferç sık sık şarapla yıkanır.” “Yazar, prolapsus uteri halinde başkalarından duyduğu bir tedaviyi şöyle anlatmaktadır: Yerine konan uterus üflenip şişirilir, ağzı (?) bağlanır, sonra kısrak binilmemeli, gezdirilmemeli ve iyi beslenmelidir. Bu son tedavi şeklinin biraz hayali olduğu görülmektedir.” “Gebelik teşhisi için de sıfattan bir gün sonra kısrak bir yeşil ot üzerine işetilir. Ertesi gün bu ot kurursa kısrak gebedir, kurumazsa değildir.” “Yavru atmanın ârazı: Kısrağın ferci daima hareketlidir”. Ağızdan verilmek üzere birçok ilaç tarif edilmiştir.
Erk (1960), veteriner hekimliğe ait bütün Arapça eserlerde olduğu gibi bu Eserde de doğum konusuyla ilgili hiç de yanlış olmayan bilgiler bulunduğuna dikkat çekmektedir. Özgür ve Özen (2000), “Tercüme-i Müfredat-ı İbn Baytar” adlı Eserde, akik taşının kısırlık için tedavi edici olarak kullanıldığını, aynı taşın kan durdurucu etkisinden de bahsedildiğini bildirmişlerdir.
Dinçer’e (1973) göre, “Avn Ahl al-Cihad” adlı Eserde, kısrakların istekli olunca çiftleştirileceği, yedi gün sonra tekrar aygıra gösterileceği, istemezse gebe kalmış anlamına geldiği, ceninin 120 günde şekillendiği belirtilmiş; Eserde, “beş ayda ruh gider, kılları çıkmaya başlar, 11,5 ayda doğurunca “kâmil doğum” yapmış olur” ifadelerine de yer verilmiştir.
Erk, (1961c), 19’uncu yüzyılda çevirisi yapılan “Tuhfetülfarsîn Fî Ahval-i Huyul El-Mücahidin” adlı Eserin sekizinci babında yer verilen doğum ve jinekolojiye ilişkin bilgileri aşağıdaki şekilde aktarmıştır:
“Döl için (damızlık) kısrağın azaları büyük olmalıdır. Birkaç kere aygıra çekilip döl alınamayan kısraklara, ilm-i baytarada mahareti olan bir kimse tırnaklarını kesip kısrağın fercine elini sokar, rahmi bulur, evvelâ bir parmağını, sonra yavaş yavaş diğer parmaklarını sokup bir miktar açılınca (cervix uteri), ferç sabunla yıkanıp bir parmak ucuna temiz pamuk bezi sarılıp rahme sokulur, rahmin içi bu bezle temizlenir. Sonra rahim içine bir telki şerdanî (?) konur. ġerdan eriyinceye kadar beklenir. O gün iki defa aygıra çekilir, ertesi gün gene iki defa, müteakip gün de bir defa olmak üzere aygıra gösterilir. Arzu gösterirse çekilir. Birkaç gün ahırdan çıkarılmaz ve sütle incir kaynatılıp on beş gün yemine katılır.”
Smith (1919), yedi ile 12’nci yüzyıllar arasında İslâm ülkelerinde veteriner hekimliğin, o dönemin Avrupa’sına göre çok daha bilimsel nitelikte olduğunu belirtmiş ve İslâm Uygarlığı veteriner hekimliğinin doğum bilgisi alanında yenilikler getirdiğini öne sürmüştür. İslâm Uygarlığında dokuzuncu yüzyıldan başlayarak 14’üncü yüzyıla kadar yazılmış Baytarnamelerde doğum ve jinekolojiyle ilgili değerli bilgilere yer verildiği saptanmış, buna karşın, Batı’da bu alandaki çalışmalarda ancak 16’ıncı yüzyıldan sonra ilerleme kaydedildiği bildirilmiştir (Erk ve Erk, 1963; Dinçer, 1967).
Batıda, Rönesans’la birlikte Orta Çağ’ın sonuna gelinmiş ve modern bilim gelişmeye başlamıştır. Bu dönemden itibaren veteriner doğum ve jinekoloji alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır (Erk ve Erk, 1963; Yerlikaya ve Özen; 2005). İtalyan anatomistlerden Gabriel Falloppius (16’ncı yüzyıl), reprodüksiyon organlarının anatomisi konusundaki buluşları ile literatürlere geçmiştir (Erk ve Erk, 1963; Anonim, 2009b). İngiliz bir şair olan George Turberville 1576’da av köpeklerinin bakımı konusunda yazdığı bir kitapta köpeklerde ovariektomi’den “ilk doğumdan önce yapılmalı” şeklinde bahsetmiş, ancak operasyonun nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgi vermemiştir (Smith, 1919; Erk, 1955). Dil, hukuk ve tarih alanlarında araştırmalar yapan Alman Conrad Heresbach 1570 yılında yazdığı “Ziraat Meseleleri” adlı Kitapta, dişi develere savaşlarda kullanılmak için ovariektomi yapıldığından bahsetmiştir (Smith, 1919; Erk, 1955). Erk (1966), at anatomisinin ilk bilimsel kitabının yazarı olan İtalyan Avukat Carlo Ruini’nin, 1598 yılında yazdığı Eserinde doğum bilgisi konularına da yer verdiğini bildirmektedir. Eserin dördüncü bölümünde, dölerme organlarının anatomisi, fötusun uterustaki durumu, zarları, fötus damarlarının özelliği ve foramen ovale tarif edilmektedir. Fötusun çeşitli patolojik durumları hakkında bilgi sahibi olan Ruini, Eserinin beşinci bölümünde ise doğum ve gebelik bozukluklarını, güç doğumları, prolapsus uteri ve tedavilerini açıklamıştır. Kısraklarda güç doğuma neden olan büyük yavrular için fötotomiyi tavsiye etmiş, çengel kullanma, reddetme, yağlı maddeler uygulama esaslarını koyarak bu alanın bilgilerini zenginleştirmiştir.
Karın ve uterus duvarının ensizyonu ile yavrunun dışarı çıkarılması anlamına gelen sezaryen operasyonu (Caesarean Section) deyimi ilk olarak 17’nci yüzyılda kullanılmıştır (Erk ve Erk, 1963). Smith (1919), İngiliz Veteriner Hekim Operatör John Crawshey’nin, 1636 yılında yayımladığı Kitabında, doğum bilgisine yer verdiğini ve özellikle sezaryen operasyonunu ayrıntılı olarak anlattığını bildirmiştir. Tıpta barsak dikişini 17’nci yüzyılda ilk kez kullanan İngiliz Veteriner Hekim Operatör Michael Harward da doğum bilgisine çok önem vermiş ve güç doğum ve yardımlarından, ipler, çengeller ve fötotomiden, retentio secundinarum, prolapsus uteri ve tedavilerinden uygun yöntemler vererek bahsetmiştir (Smith, 1919; Erk ve Erk, 1963).
Deneysel fizyolojinin kurucularından biri olarak kabul edilen Hollandalı Reignier de Graaf 1672 yılında, tavşan, köpek, sığır ve kadın yumurtalıklarında, kendi adı ile anılan folikülü keşfetmiştir (Gardner, 2007). Aristo’nun “embriyonun erkek tarafın ürünü olduğu” görüşünü reddeden Graff, dişi memelilerde yumurtalığı göstermiş ve yavru ile anne arasındaki benzerliğe dikkat çekmiştir. Ancak, Hollandalı bilim adamı Antony van Leuwenhoek’un 1677’de insan ve hayvan spermatozoonlarını keşfi, Aristo’nun söz konusu görüşünün savunulmasına olanak sağlamıştır (Wolf, 1952; Erk ve Erk, 1963).
Doğaneli (1960), Fransa-Lyon’da Dünya’nın ilk Veteriner Okulunun 1762’de açılmasının ardından, buradan mezun olan veteriner hekimlerin çeşitli dergilerde doğum bilgisi ile ilgili yazılarının yayımlandığını, doğum bilgisine ait doğru ve esaslı bilgilerin de bu konuda yazılan eserlerde yer aldığını bildirmiştir. Froehner (1954) ve Doğaneli (1960), Fransız bilim adamı Vitet’in (1772), pelvis kanalının darlığı ile yavrunun hacminin büyüklüğünü birbirinden ayırdığını ve büyük hayvanların güç doğumlarında doğum iplerinin ve çengellerinin yerine kerpeten şeklinde penslerin kullanılmasını tavsiye ettiğini bildirmektedirler. Onyedinci yüzyılın en ünlü komparatif anatomistlerinden biri olan hekim ve cerrah John Hunter, freemartinismus, hayvanlarda kızgınlık, genç hayvanlarda tek taraflı ovariektomi ve plasentanın yapısı üzerinde çalışmalar yapmıştır. İtalyan Rahip Lazzaro Spallanzani ise 1777 yılında kurbağalarda ilk kez sun’i tohumlamayı gerçekleştirmiş ve yumurtaların döllenebilmesi için sperma ve yumurtanın temas etmesinin zorunluluğuna dikkat çekmiştir (Armutak, 2000). Alman Veteriner Hekim Rohlwes (1799), hayvanların pratik ve teorik doğum ve jinekoloji konularına değinmiş ve ilk kez dış gebelikten bahsetmiştir. Kısraklarda gebelik ve yaklaşan doğumun belirtileri, gebelere gösterilmesi gereken özen, yavrunun normal pozisyonu, anormal gelişler ve bunlara yapılacak müdahaleler, fötotomi, güç doğumlarda ip kullanılması konularını anlatmıştır. Fötusun hidropsu, doğumda plasentanın inceliği, mumifikasyon ve ankiloz oluşumlarını bilimsel olarak açıklamıştır (Doğaneli, 1960; Erk ve Erk, 1963). Ondokuzuncu yüzyılda Veteriner Hekim Rohlwes (1800), Pilger (1806), Ludwig (1806), Jörk (1808), Tennecker (1820), Stein (1820), Carus (1822) doğum ve jinekoloji konularında kitaplar yayınlamışlardır. Yine 1830’larda Veteriner Hekim Kahlert, Henkel, Binz ve Günther tarafından yayımlanan kitaplarda, fötusun patolojisi, fötusun hatalı gelişleri, sezaryen operasyonu, fötotomi konuları aydınlatılmış; Hetzberg (1841), Baumeister (1844), Reinart (1845), Dieterich (1845), Rueff (1859) tarafından birçok kez basımı yapılan eserler yayımlanmıştır (Froehner, 1954; Doğaneli, 1960).
Ondokuzuncu yüzyılda eter’in ağrı dindirici etkisinin ortaya konması (1818) ve Fransız bilim adamı Luis Pasteur ve İngiliz Operatör Joseph Lister’in bakteriyoloji ve antiseptikler konusundaki çalışmaları, veteriner doğum bilgisine de yansımış ve özellikle güç doğumlar ile cerrahi operasyonların sonuçları yüz güldürmeye başlamıştır (Erk ve Erk, 1963).
Alman Veteriner Hekim Friedrich Günther tarafından 1830 yılında yazılan “Pratik Veteriner Doğum Bilgisi” adlı kitapta; fötotomi ve diğer güç doğum müdahaleleri, pelvis anatomisi, dişi genital organlar, normal doğum, gebelik, anormal gelişlerde yapılacak müdahaleler, ikizliğin neden olduğu güç doğumlar, teratolojik güç doğumlar, doğuran hayvanlarda çeşitli hastalıklardan (retentio secundinarum, prolapsus uteri, hypocalcemia) bahsedilmiş; güç doğumlarda kullanılacak aletler (uzun çengeller, halkalı ipler, tomlar) hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Kitapta, ineklerin puerperal enfeksiyonlarından korunmaları için antiseptikler önerilmiş; doğum sonrası genital organların kalsium klorür ile temizlenmesi denenmiştir. Günther, Beşeri Jinekolog Semmelweis’dan 17 yıl, Lister’den 37 yıl önce, veteriner hekimlikte antiseptik uygulamasına başlamıştır. Erk’lere (Erk ve Erk, 1963) göre, böylece 1830 yılından itibaren veteriner doğum bilgisinde yeniçağ başlamıştır.
İngiliz bilim adamı Henry Hickman, 1824 yılında karbondioksit’i çeşitli hayvanlara uygulayarak bayılmalarını sağlamış; 1840’lı yıllarda bir grup Amerikalı bilim insanı bu işlemin cerrahi girişimlerde anestezi olarak kullanılabileceğini göstermiştir (Smithcors, 1957). Eter’in 1846 yılında anestezik olarak ve kloroform’un 1847’de ağrı kesici olarak kullanılmasının ardından, 1848’de lokal kokain anestezisi, 1885’de sinir uzamı anestezisi ve lumbal anestezi, 1892’de infiltrasyon anestezisi ve 1925 yılında da epidural anestezi bulunmuştur (Smithcors, 1957; Thwaites, 1958; Dunlop ve Williams, 1996).
Doğum ve jinekoloji alanındaki operasyonların daha kolay ve güvenli bir şekilde yapılmasını sağlayan aletlerin ortaya çıkışı yine 19’uncu yüzyılda olmuştur. Örneğin, fötotomi için kullanılan aletler arasında, zincir ve tel testereler, fötotomlar, infiltrasyon ve sinir uzamı anestezisi için kullanılan maden enjektörler ve iğneler bu yüzyılda geliştirilmiştir (Erk ve Erk, 1963). Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ve 20’nci yüzyılda birçok ülkede doğum bilgisi konularını aydınlatan çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bu kitapların yazarları arasında Veteriner Hekim Harms (1867), Lanzilotti-Buonsanti (1871), Saint-cyr (1875), Sjöstedt (1875), Franck (1876), Fleming (1878), Bruin (1897), Williafs (1909), Albrecht (1912), Keller (1928), Stob (1928) ve Bennesch (1933) bulunmaktadır (Doğaneli, 1960).
Memelilerdeki ilk başarılı embriyo transferi, reprodüktif biyolojinin öncülerinden İngiliz W. Heape tarafından 1890 yılında bir tavşan üzerinde gerçekleştirilmiştir. E. L. Willett ise 1951 yılında bir sığıra embriyo transferi uygulamıştır (Biggers, 1991; Dunlop ve Williams, 1996).
Erk’lere (Erk ve Erk, 1963) göre, 19’uncu yüzyılın sonlarından itibaren kaydedilen hormonlar ile ilgili buluşlar, doğum ve jinekolojinin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Örneğin, 1895 yılında dişi hayvanlarda ovariotomiden sonra meydana gelecek bozuklukların ovarium implantasyonu ile giderilmesi, corpus luteum’un gebelik esnasındaki hormonal etkisinin keşfedilmesi ve 1902’de corpus luteum’un fekonde edilmiş ovumun (zygot) uterusta nidasyonu için gerekli bir hormon ürettiğinin anlaşılması, 1905 yılında kastre edilmiş sığırlarda hipofiz bezi ağırlığının artmasının kanıtlanması, 1906 yılında ovarium ekstraktı ile hayvanlarda kızgınlık meydana getirildiğinin ortaya konması bu konuda dikkat çeken buluşlar olarak kayıtlara geçmiştir. Hormonlarla tedavi ilk kez 1906 yılında hipofiz bezinin arka lobu ekstraktlarının kullanılması ile başlatılmıştır. Keçilere hipofiz ekstraktı verilerek süt miktarının arttırılması 1910 yılında başarılmıştır. Plasentanın hormonal aktivitesi 1926 yılında ortaya konmuş; infantil farelerde plasenta implantasyonu ile gonadotropik bir etki meydana geldiği görülmüştür (Erk ve Erk, 1963). Histamin ve izole edilmiş oksitosin 1928 yılında keşfedilmiştir (Dunlop ve Williams, 1996). Gebe kısrakların kan serumunda gonadotropik etkiye sahip bir maddenin bulunduğu ve bu maddenin üretim yerinin chorion epiteli olduğu 1934 yılında anlaşılmıştır (Erk ve Erk, 1963).
Almanya’da 1935 yılında patolojik anatomi ve bakteriyoloji alanlarında çalışmalar yapan Beşeri Hekim Gerhard Domack’ın ilk sulfonamid olan prontosili bulmasının ardından, sulfonamidler; bundan kısa bir süre sonra ise İngiltere’de Beşeri Hekim Bakteriyolog Alexander Fleming’in penicilini keşfetmesiyle birlikte antibiyotikler tıp alanında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır (Maurois, 1959; Thwaites, 1958; Erk ve Erk, 1963; Drife, 2002).
Dinç’e (2008) göre, veteriner hekimliği alanında 1950’li yıllarda karkas kalitesi ile ilişkili olarak etçi hayvanlarda vücudun değişik bölgelerindeki yağ oranını değerlendirmek amacıyla ultrasonografiden yararlanılmaya başlanmıştır. Doğum ve jinekoloji alanında A- Model ultrasonografi ilk kez Lindahl tarafından koyunlarda gebelik teşhisi amacıyla 1966 yılında kullanılmıştır. Doppler esasına göre çalışan ultrason kullanımına ise ilk kez koyun ve domuzlarda 1967 yılında başlanmıştır. B- Model real-time ultrasonografinin veteriner hekimliğinde kullanımı ilk kez 1980’li yıllarda doğum ve jinekoloji alanında gerçekleşmiştir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayvanlar üzerinde in vitro fertilizasyon çalışmalarına başlanmış; ilk fertilizasyon 1954 yılında Fransız Jinekologlar Thibault ve Dauzier tarafından bir tavşan üzerinde gerçekleştirilmiştir (Chang, 1968; Gardner, 2007). Bu buluşların doğum bilgisi ve jinekolojide uygulanması, alanın tarihinde çok önemli gelişmelerin kaydedilmesini ve girişimlerde başarı oranının artmasını sağladığı gibi eğitim-öğretim ve araştırma konularını da doğrudan etkilemiştir (Erk ve Erk, 1963).
Kemoterapi, endokrinoloji, genetik, serum tedavisi ve antibiyotiklerin kullanılması ile hız kazanan araştırmalar, hayvanlarda doğum ve jinekoloji konuları üzerindeki birçok bilinmezin açığa çıkarılmasına yardımcı olmuştur (Karasszon, 1988).
Veteriner hekimliği alanında doğum ve jinekolojiye ilişkin gelişmeler akademik araştırmalara da yansımış; diğer yandan veteriner okullarının doğum ve jinekoloji birimlerinin çalışmaları sayesinde bu alanda her gün yeni başarılara imza atılmıştır. Dünyadaki bütün bu gelişmeler, Türkiye’de 1842 yılından sonra bilimsel veteriner hekimliğin başlamasıyla birlikte uygulama alanı bulmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra veteriner doğum ve jinekoloji alanında akademik düzeyde gerçekleştirilen araştırma ve yayın faaliyetleri giderek artan bir ivme ile uluslararası düzeye taşınarak sürdürülmüştür.