Tarihçe

* Tarihçe kısmının tamamı Yrd. Doç. Dr. Özgül Küçükaslan’ın “Türk Veteriner Hekimliğinde Doğum ve Jinekoloji Tarihi Üzerine Araştırmalar” başlığı ile Doç. Dr. R. Tamay Başağaç Gül danışmanlığında 2012 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde hazırlamış olduğu doktora tezinden kendisinden izin alınarak aynen alıntılanmıştır.


Eski Uygarlıklarda hayvanların evcilleştirmesiyle birlikte; onlarla yaşayan insanların hastalıklarıyla  ilgilenmelerinin  yanı  sıra  doğumlarına  da  yardım  ettikleri düşünülmektedir.  Eski  Mısır’da  hayvan  bakıcısı  olduğu  düşünülen  kişilerin,  ineğin doğumuna  yardım  edişini  açıkça  gösteren  figürler  bulunmaktadır. Kabartmalardan  birinde,  ineğin  doğumu  sırasında  buzağıyı  ön  ayaklarından  ve burnundan tutarak çeken ve ineğin önünde durarak ona kaya tuzu veren iki kişi tasvir edilmiştir. Kısırlaştırma operasyonunun yapıldığını bildiren eserler de bulunmaktadır (Bekman, 1940; Erk ve Erk, 1963; Erk, 1966; Schäffer, 1992; Stöber, M, 1995). Eski Hint Uygarlığında, gebe hayvanlara ve yeni doğan yavrulara önem verildiği; doğum bilgisinin, kısırlık tedavisi ile uğraşılacak düzeye ulaştığı bildirilmektedir (Smithcors, 1958). Eski Yunan ve Roma’da ise hayvan hekimliğine ait yazılı kaynaklarda doğum bilgisine de yer verilmiştir. Klasik Batı düşüncesini en çok etkileyen kişilerden biri olan  Yunanlı  Filozof  Aristo  (MÖ  380-322),  yavru  zarları,  yavrunun  uterus  içi beslenmesi, fötusun durumu ve süperfötasyon hakkında bilgi vermiştir. Aristo, çeşitli memeli  hayvanlarda  uterusun  yapısını  karşılaştırarak  üreme  konusunu  incelemiş; ancak, doğum ve doğuma yardım üzerinde çok az durmuştur. Domuz ve koyunlarda yavru atmanın bazı nedenlerini bildirmiş, domuzlarda uygulanan ovariotomiyi açıkça anlatmıştır. Aristo verdiği bu doğru bilgilere karşın, embriyonun yalnız erkek tarafın ürünü olduğunu, tüm üreme malzemelerinin ise dişiden geldiğini ve annenin yavruyu yalnızca  besleme  ve  koruma  rolünü  üstlendiğini  öne  sürmüştür  (Erk  ve  Erk,  1963; Hamlyn,  1967;  Petorak,  1988). MS  birinci  yüzyılda,  Roma’da  yavrunun  uterus içerisinde  parçalanması  anlamına  gelen  fötotomi  uygulamalarının  yapıldığı bilinmektedir.  Doğaneli  (1960),  Columella’nın,  abortus,  fötusun  hatalı  durumu, fötusun büyüklüğü konularını bildiğini bildirmektedir. Bizans döneminin en önemli veteriner  hekimliği  belgelerinden  olan  ve  156  yazarın  birbirlerine  yazdıkları mektupların toplanmasıyla oluşan “Hippiatrika” adlı eserde, doğum bilgisi ile ilgili bilgilere  yer  verilmiştir  (Erk,  1955).  İskenderiye  Tıp  Okulunun  en  önemli temsilcilerinden  biri  olan  Herophilus  (MÖ  375-280),  ovaryum  ile  oviduktu tanımlamış,  sonraki  yıllarda  Bergamalı  Galen  (MS  129-199), “dişi  testis”  olarak adlandırdığı  yumurtalıklardan  çıkan bir sıvının cinsi birleşme anında uterusa taşındığını ve  burada  er  suyu  ile  karşılaşarak  gebeliğin  oluştuğunu  bildirmiştir. Aristo’nun  aksine,  erkek  tohumunun  üremenin  hem  malzemesi,  hem  de  nedeni olduğunu  ileri  sürmüştür  (Petorak,  1988).  Galen,  daha  detaylı  embriyolojik araştırmalarının yanı sıra, canlı gebe keçilerde anatomo-fizyolojik denemeler yapmak amacıyla  sezaryen  operasyonları  gerçekleştirmiştir.  Roma  döneminde,  teratolojik oluşumların  güç  doğuma  neden  olduğu  ve  bunların  korku  ile  karşılandığı  kayıtlara geçmiştir (Erk ve Erk, 1963).

 

Roma  İmparatorluğunun  Doğu  bölümünde  kurulan  Bizans  İmparatorluğunda Veteriner Hekim Apsyrtus (MS dördüncü yüzyıl), prolapsus uteride red konusunu ve vulva  dudaklarının  tellerle  dikilmesini  tarif  etmiş  ve  kısrakta  doğuma  müdahale hakkında fikirler vermiştir. Aynı çağda yaşamış olan Yazar Eumelius, ilk kez retentio secundinarumdan  ve  tedavisinden  bahsetmiştir.  Yine  Apsyrtus’un  çağdaşı  Chiron, “Mulomedicina  chironis”  adlı  eserinde,  doğuma  müdahaleyi  ve  ölmüş  yavrunun uterusta  skalpel  ile  parçalanmasını  anlatmıştır  (Doğaneli,  1960;  Erk  ve  Erk,  1963; Erk,  1966).  Batı’da,  Roma  İmparatorluğunun  yıkılmasından  Aydınlanma  Çağına kadar geçen yaklaşık 1000 yıllık dönemde, her türlü bilimsel araştırma ve çalışmalar yasaklandığından  veteriner  doğum  ve  jinekoloji  bilgisinde  hemen  hiçbir  gelişme kaydedilmemiştir.  Batı’da,  Karanlık  Çağ  olarak  adlandırılan  bu  dönem  yaşanırken; antik  dönem  biliminin  aktarıldığı  Doğu’da  İslam  Uygarlığının  giderek  geliştiği  ve bilimde  söz  sahibi  olduğu  görülmektedir  (Erk  ve  Erk,  1963;  Yerlikaya  ve  Özen, 2005).

 

İslam Uygarlığı Çağında, dokuzuncu yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanan ve genellikle at yetiştiriciliği, hayvanların bakımı, beslenmesi, hastalıkları ve tedavileri gibi konuları içeren eserler olan “baytarname” lerde doğum ve jinekoloji bilgilerine de yer verildiği belirlenmiştir (Erk, 1959; Erk, 1960; Erk, 1961a; Erk,1961b; Dinçer ve ark., 2001).

 

Dokuzuncu  yüzyılın  ikinci  yarısında,  Abbasi  Sarayı  İmrahoru  iken  yazmış olduğu  kitapları  ile  tanınan  Veteriner  Hekim  İbn  Ahi  Hizam, “Kitab  al-Hayl  val Baytara” adlı eserinde doğum ve jinekolojiye ilişkin bilgilere de yer vermiştir (Erk, 1961b;  Erk  ve  Erk,  1963).  Erk,  (1961b),  Eserin  sekizinci  bab’ında  doğum  ve jinekolojiye  ilişkin  olarak; “Doğumdan  yedi  gün  sonra  kısrağın  içi  temizlenir  ve kızgınlık  gösterir.  Eğer  gebe  kalmazsa  yirmi  gün  sonra  tekrar  kızgınlık  gösterir. Gebelik süresi 11 aydır. Gebe kısrağın bakışları tiz olur, dikkatli yürür, aygır aşmak isterse  bırakmaz.  Kızgınlık  ilkbaharda  olur.  On  kısrağa  bir  aygır  verilmelidir. Aygırın  tırnağı  sağlam,  geniş  ve  koyu  renkli  olmalı,  ayıpları  bulunmamalıdır.  Aksi halde yavru da ayıplı olur.”  bilgisinin yer aldığını aktarmıştır.

 

Eserde “doğacak  yavrunun  cinsiyeti  için  kısrağın  önce  sağ  memesine  süt gelirse erkek, aksi halde dişi olacaktır” şeklindeki batıl inançlara da yer verildiğini belirten  Erk  (1961b),  bab’ın  devamında  Hizam’ın  tedavi  yöntemlerinden  aşağıdaki gibi bahsettiğini bildirmektedir:

 

“Atın ve yund’un (kısrak) Atların gebe olup olmadıklarını anlamak için; dişi at alınıp topraklı bir yere götürülür ve işemesi beklenir. At işerken otların üzerine işemesi sağlanır. Ertesi gün otlar kurumuş ise gebedir, yaş ise gebe değildir.”

 

“Rumlara göre, eğer erkek yavru istiyorsan, erkeğin sağ testisini bağlamalısın. Dişi, erkek yavruya gebe olduğu zaman sağ memeleri şişer, yoksa sol memeleri şişer. Rumlar  demişlerdir  ki,  en  fazla  gebelik  süresi  11  ay  sekiz  gün  ve  en  kısası  dokuz aydır.”

 

Özen’e  (1999)  göre  Yazar,  atlarda  fertiliteyi  arttırmak  amacıyla  aşağıdaki uygulamayı önermektedir: “Bu uygulamalar hayvanın hamile kalması için yavrunun odasına  (rahime)  yapılır.  Bu  tedaviyi  yapacak  adamın  elleri  ve  hayvanın  vaginası iyice  yıkanır.  Sonra  el,  iki  tane  ufak  et  buluncaya  kadar  yavaş  yavaş  vaginadan  içeriye sokulur. Bunlar olursa, daha çok vaginanın hemen girişinde sağda ve solda bulunurlar. Bu etler bulunursa, ucu yuvarlak olan keskin bir makas içeri sokulur ve onlar  kesilir.  El  yavrunun  evi  bulununcaya  kadar  tekrar  içeri  sokulur.  Burada yavrunun evinin kapalı olduğunu  anlayacaktır. Bu kapağı  bulduğu  zaman eliyle iyi bir  şekilde  yavaş  yavaş  genişletmeye  başlar.  Buranın  yavaş  yavaş  genişlediği  fark edilecektir. Bu kapı genişleyince el çıkarılır ve hazneyi yıkayacak maddelerle iki-üç defa yıkanır. Ama yanında ellerine su dökecek bir yardımcı olması gerekir. Tabi ki haznenin  içinde  su  toplandıkça  çıkartılması  gerekir.  Yavrunun  bulunduğu  oda  bu şekilde açılmış olur ve bu atın da hoşuna gider. El çıkarıldıktan sonra bir buçuk tane misk, bir gıfle zâferan, bir tane kâfûr, iki kaşık sert bal, gül suyu ile kaynatılır. Sonra yedi  tane  biber  alınıp  bu  karışıma  eklenir  ve  karıştırılır.  Hepsi  birlikte  ezilip kaynatılır ve kıvama (jel) gelir. Bunların hepsi ince bir bezin üzerine bırakılır ve ince bez yün ile kapatılır. Bu, limon tanesi büyüklüğünde yuvarlanır. Kalan suyu hayvana içirilir.  Bu  limon  tanesi  uzunca  bir  pamuk  ipliğine  bağlanır.  Pamuk  ipliğinin  uzun olması önemlidir. Hazırlanan bu şey hayvanın yavru evi bulunana kadar vaginadan sokulur.  İpin  diğer  ucunun  dışarıda  olmasına  dikkat  edilir.  Bu,  bir  gündüz  ve  bir gece içeride bırakılır. Atın erkeği geldiği zaman ip hızlı bir şekilde dışarı çıkarılır ve hayvanlar çiftleşirler. Daha sonra erkekten gelen meni dişinin yavru odasını soğutur ve inşallah döl tutar.”

 

Özen  (1999),  Eserde  verilen  yavrunun  rahimde  ölümü  halinde  uygulanan fötotomi operasyonunu şu şekilde aktarmaktadır: “ Sebebi, yavrunun odasının küçük olması  ya  da  hayvanın  ilk  defa  doğum  yapacak  olmasıdır.  Anne  yavruyu  içinde hissettiği zaman kendini yere atar. Bu yavrunun ölümüne sebep olabilir. Ayrıca hızlı koşmaktan da olabilir. Doğumun yaklaştığı dönemlerde hasidi gösterip vermemek ve suyu gösterip içirmemek de sebep olabilir. Hatta bazen yavrunun kafası çıkar ve bu durumda da ölebilir. Ölüm sebeplerinden bir tanesi de karın bölgesine çifte yemektir. Tedaviyi yapacak adam ince, zayıf ve kibar bir ustura alır. Keskin tarafını elin içine doğru  alır.  Herhangi  bir  omuzu,  eklem  yerinden  kesip  kolu,  el  tarafından  yavaşça dışarı çıkarır. Eğer bu omuz çıkmazsa öteki omuz kesilir. Eğer omuzlar birbirinden uzak  ise,  arka  bacakları  kalça  ekleminden  kesilir  ve  çıkarılır.  Kalan  vücut  bölümü son olarak çıkarılır. Çeyrek ratıl iç yağı, çeyrek ratıl soyulup ezilmiş sarımsak ve bal karıştırılarak  hayvanın  vaginasından  içeriye  konulur.  Hayvan  üşümesin  diye  üzeri örtülür. İnşallah hiçbir şey kalmaz.”

 

Dunlop  ve  Williams  (1996),  14’üncü  yüzyılda  Araplar’ın  atlara  sun’i tohumlama uygulamaları yapmış olabileceklerini bildirmektedirler.

 

Dinçer’e  (1973)  göre,  15’inci  yüzyılda  yazıldığı  kabul  edilen  ve  ilk  anatomi kitabı  olduğu  düşünülen  anonim  nitelikli “Kitab-üz  Zardaka  fî  Ma’rifet  il-Hayl  ve Ecnasuha  ve  Emrazuha  ve  Edviyetuha”  adlı  Baytarnamede,  yavrunun  anne karnındaki  pozisyonu  doğru  olarak  çizilebilmiş,  zigot  ve  embriyodan,  kısrağın gebeliğinden,  yavrunun  duruşundan,  doğum  ve  doğuma  yardımdan  bahsedilmiştir. Dinçer  (1973)  Eserde,  yavrunun  uterustan  çıkışının  şu  şekilde  anlatıldığını bildirmektedir: “Batındaki  hücreden  (uterus’tan)  çıkışı:  Eğer  tay  dışarı  çıkmak isterse başı ile anasının fercine (vulva) döner ve ferce doğru yaklaşır; dışarı çıkmak için  sanki  suda  yüzer  gibi  ayaklarıyla  kendisini  ileri  iter,  ellerini  de  bir  çıkış  yolu olsun diye öne uzatır. Böyle yaparak Allah’ın izniyle çıkar”.

 

Dinçer (1973) Eserde gebe bir kısrağın resmine de yer verildiğini ve resmin şu şekilde açıklandığını aktarmaktadır: “Bu, onlamış kısrağın gebeliğinin, içindeki  tayın  duruşunun  ve  doğumda  çıkışının  görünüşüdür.  Çıkışın  yardımcısız, müdahalesiz  ve  ilaçsız  şeklidir.  Böylesi  ancak  Allah’ın  yardımı  ile  olur.  Bazen yavrunun  çıkışı  zorlaşır,  ona  yardım  edecek  kimseye  ihtiyaç  gerekir”.  Resmin  sağ yanında “Hz.  Peygamber  ve  Sahabelerine  selamlar  ve  selâtlar”,  sol  yanında ise “Böylece Allah’ın takdiriyle bu iş biter” yazılıdır.

 

Yiğit  (2011),  15’inci  yüzyılda  Türkçeye  çevirisi  yapılan  Arapça  bir Baytarname  üzerinde  yaptığı  doktora  çalışmasında,  Eserde  kısraklarda  çiftleşme, gebelik ve doğumla ilgili bilgilere şu şekilde yer verildiğini bildirmektedir: “ Dişi at iki yaşına kadar erkeği kabul etmez. Kısrak, iki yaşına ulaşınca aygırla beraber yedi gün  veya  isteği  geçene  kadar  bırakılırsa  gebe  kalır.  Yirmi  gün  ayrı  tutup  aygır yaklaştırıldığında çiftleşme isteği olursa tekrar yedi gün aynı yerde tutarlar, o zaman gebeliği  kesinleştirilir.  Bu  zamandan  40  ya  da  60  güne  kadar  ayrı  tutup  tekrar gösterirler.  Eğer  istemezse,  erkeği  engellemeye  çalışırsa  kesin  gebedir.  Asi  olur, doğuma kadar aygıra bakmaz. Doğum yaklaştığında ona “makreb/mukarreb” denir. Bu zamanda memeleri kara görünümlü olur. Yalnız  kalmak ister, insanlardan uzak bir  yerde  durmak  ister.  Eğer  memeleri  kara  olursa  yavru  doğuma  yakındır. Doğurduktan  sonra  müdahale  edilmemelidir.  Yedi  gün  içinde  yavru  zarlarını  atar. Daha  sonra  aygırı  gösterdiklerinde  aşırı  istekli  olur,  kısa  zamanda  gebe  kalır. Gebeliği çiftleştiği andan 11 aya kadar sürer. Daha kısa da sürebiliriçini arıtmak (purgasyon) için eşek hıyarı (Ecballium elaterium,  Anchusa  tinctoria)  kurutulur,  dövülür,  natron  (bicarbonate  de  soude) karıştırılıp verilir veya kuru yonca tuzlu su ile ıslatılıp üç defa yedirilir.”

“Rahim  ağrısına  (metritis  ?)  eşek  hıyarı,  natron  ve  tuzlu  su  ile  lavaj  yapılır. Hafif metritis ve vajinitis için sütlü ilaç tavsiye edilir”

 

“Gebelik sırasında yavru fesada gelirse (güç doğum veya gebelik arızası) çok fenadır. El rahime sokulur yavrunun ağzı tutularak çıkarılmaya çalışılır (extraction force). Başarılamazsa şaraplı ilaç verilerek yavru atılır. Güç doğum için bir de dua yazılmıştır.”

 

“Prolapsus  uteride  kısrağı  arka  üstü  yatırıp,  rahim  sıcak  su  ile  yıkandıktan sonra  yağlı  mazı  ve  şarap  dökülür,  yavaş  yavaş  içeri  itilir  sonra  vulva  ibrişimle dikilir,  dikiş  yerleri  tekrar  şarapla  yıkanır”.  Dikiş  olarak  müteferrik  dikiş  tarif edilmiştir. “Uterusun geri çıkmaması için vulva üzerine bir kavuk bağlanarak tazyik edilir ve üç gün bırakılır. Hayvan iyi beslenmelidir. Zayıf kısraklarda prolapsus uteri daha kolay meydana gelir.”

 

Bu bilgileri aktaran Erk (1961b), eski Yunan ve Bizans veteriner hekimlerinin doğumla  ilgili  konulara  gerektiği  kadar  önem  vermediklerini;  bunlardan  yalnız Chiron’un  (MS  dördüncü  yüzyıl)  prolapsus  uteriden  bahsettiğini  belirtmiş;  oysa Hizam’ın  daha  dokuzuncu  yüzyılda  sonuç  alabilecek  tedavileri  uyguladığını  ifade etmiştir.

 

İslam  Uygarlığı  Çağında  12’nci  yüzyılın  ziraat  ve  veteriner  hekimliği  yazarı İbnül Avvam, “Kitab-al Falâha” adlı eserinde; ineklerde gebelik süresinin dokuz-on ay;  koyunlarda  beş  ay;  kısraklarda  11-11,5  ay;  eşeklerde  ise  12  ay  olduğunu açıklamıştır. Avvam Eserinde ayrıca, gebelerin bakımı, doğumdan sonraki dönem ve kısırlıklardan da bahsetmiştir (Erk, 1961a; Erk ve Erk, 1963).

 

Erk’e (1959) göre, İslam Uygarlığı Çağında veteriner hekimliğin; özellikle de doğum  ve  jinekolojinin  ne  kadar  ileri  durumda  olduğu,  Orta  Çağın  en  büyük veteriner  hekimlerinden  biri  olarak  kabul  edilen  Memluk  Sarayı  Veteriner  Hekimi Ebu  Bekr  İbn  Bedr’in  (14’üncü  yüzyıl) “Naserî”  adlı  eserinden  anlaşılmaktadır. Kitabın  sekizinci  makalesinin  16-21’nci  bablarında  prolapsuslar,  yavru  atma  ve kısırlığın tedavisi için çeşitli bitkilerden yararlanıldığından bahsedilmiştir. Özgür ve Özen’e  (2000)  göre, Naserî’de  kısırlığın  (sıkıtlık)  uterustaki  rutubetten  olduğu bildirilmektedir. Tedavide, ardıç ağacı,  mazı  ve servi kozalağı,  ak şarap ile kısrağa içirilmiştir.  Erk’e  (1959)  göre,  kısraklarda  gebeliği  önleyici  maddelerden bahsedilmiş,  ölü  yavrunun  zorla  çekilip  çıkarılma  uygulaması  sırasında  organların yağlanması  ve  fötotomi  geniş  şekilde  anlatılmıştır: “Üstad  olan  veteriner,  elini menekşe yağına batırıp kollarını güzelce yağlar, parmakları arasına küçük bir ustura alır.  Kolunu  yavaşca  uterusa  sokar.  Eğer  yavru  doğru  gelip  de  başı  önde  ise çengeller gözünün, üst çenenin ve alt çenenin kemiklerine iliştirilip azar azar dışarı çekilir. Çekmeden önce kısrağın vaginası koyungözü ve eğrice otunun kaynamış suyu ve  menekşe  yağı  ile  kayganlaştırılır.  Ölü  yavrunun  bütün  çıkması  için  yolların kaygan  olması  gerekir.  Eğer  yavru  devrilmiş  (dönük)  veya  boynu  eğri  olup doğrultulması  mümkün  değilse  önce  ele  geçen  uzuv  kesilir.  Bu  kesilen  kısım  tam olarak  dışarı  çıkarıldıktan  sonra  yavrunun  diğer  kısımları  dışarı  alınır.  Bu  bitince kunduz  hayası,  kimyon  ve  tuz  kaynatılmış  zeytinyağı  ile  uterusa  lavaj  yapılır.  Bu lavajın tekrarlanması gerekir. Froehner (1954) de Ebu Bekr’in, fötotomi için göz, çene ucu ve boyun çengelleri kullandığını bildirmektedir. Özgür ve Özen (2000), bu Eserde  gebelikten  men  etmek  için  yapılan  uygulamayı  şu  şekilde  aktarmaktadır: “Kısrak  aygıra  çekileceği  zaman  tavşan  mayasını  (!)  atın  testislerine  sürüp,  sonra katranla bulaştırılmış yapağı kısrağın vaginasına sokulur; veyahut sıfat zamanı atın penisine  katran  sürülür”.  Eserde,  iki  memenin  hararetli  şişmesinde  ise  (mastitis) ermeni  kili  ve  hullabinin  memelere  ikişer  kere  uygulanabileceği  ya  da  menekşe yağının sürülebileceği de bildirilmiştir.

 

Dinçer (1973), Ebu Bekr’in Eserinde “kızgınlık periyodunda vulvadan yumurta akı gibi meni benzeri bir akıntı gelir, meni uterus’a gelince birleşme olur ve kısrak gebe  kalır;  doğum  yaklaşınca  memeleri  kabarır,  11  ayda  doğurur” bilgisine  yer verildiğini  aktarmaktadır.  Erk’lere    (1963)  göre,  Ebu  Bekr,  güç  doğumların  nedeni olarak yavrunun anormal geliş ve pozisyonlarına değinen ilk kişidir.

 

Özen  (1999);  Hibetullah  Bin  Mahmud  Bin  Mevrud  El-Hanefi  tarafından çevirisi  yapılan “İlm-i  Fürûsiyyet” adlı  Eserde  gebeliğin  belirtileri  ve  kısırlaştırma ile  ilgili  bilgilere  de  yer  verildiğini  belirtmektedir.  Melikü’l  Mücahid  Abu’l-Hasan Ali  Bin  Davud  tarafından  14’üncü  yüzyılda  yazılan “Kitâb-ı  Baytarname  Fî Mârifeti’l- Hiyel Alâ Asnâfihe ve Mârifeti’l Emrâzuha ve Adevâtuha ve Ğayru Zâlik ve  Ġleyhi  Alâ  Mârifeti’l-Hiyel  ve’l  Biğâli  ve’l-Hamiri  ve’l-Cimâli” adlı  Eserde  at, deve  ve  koyunda  kısırlaştırmayı  men  eden  hadislerin  bulunduğundan  bahsedilmiş; kızgınlık  ve  gebelik  belirtileri,  gebelik  süresi,  yavrunun  ana  karnındaki  duruşu, doğum, fertilite ve fötotomi ile ilgili bilgilere ise aşağıdaki gibi yer verilmiştir:

 

“Çiftleşme zamanı dişinin vulvasının şişmesi ile anlaşılır. Bir dişiye bir erkeği zorlamak mekruhtur ve dişi at istemezse bu iş olmaz. Kısrağın tamamen gebe kalıp kalmadığı üç ay sonra belli olur. Gebeliğin alametleri; tüylerin parlaklığı, vulvadaki şişliğin inmesi ve atın sevincidir. Kısrak üç ay sonra gebeyse, bundan 40 gün sonra yavruya  “derve”  denir.  Yavrunun  bu  zamanda  yemek  borusu  şekillenmeye,  yani boğazı  oluşmaya  başlamıştır.  Bundan  sonra  tüyleri  çıkar  ve  bu  aşamada  “ukuk” denir. Ruh ona üflenene kadar, ilk döllendiği günden beş buçuk ay geçmiş olur. Bu zamanda  anneye  “markıd”  denir.  Markıd,  yavrunun  anne  karnında  “rakıd”  adı verilen  duruştan  hareketle,  anneye  verilen  bir  isimdir.  Markıd’dan  iki  ay  sonra anneye “madre”, bundan sonraki iki-üç ay “mukrib” denir. Mukrib’den iki ay sonra “mareh”  ve  “mudin”  denir.  Gebelik  günleri  tamamlandığında  “mutim”  denir. Doğum sancıları yaklaştığında dişi insanlardan ayrılmak ister. Öyle yaptığında adı “farik”, yapmazsa “hudif” olur.”

 

“Doğum  süresi  erkekle  çiftleştiği  günden  itibaren  11  ay  11  gündür.  Gebelik süresi  bundan  uzun  sürerse  “ceret”  adı  verilir.  Eğer  doğum  süresinden  fazla  gebe kalınırsa yavru için iyi olur. Dişi yavru fazla süre kalır. Fakat biz şimdiye kadar 11 ay  11  günü  geçeni  görmedik.  Asil  olan  at  gebelik  süresini  uzatır.  Fakat  bu  çok nadirdir.”

 

“En iyi çiftleşme zamanı Ocak, Şubat, Mart ve Nisandır. Eğer çiftleşme Kuzey rüzgârı  eserken  olursa  yavru  güzel  olur.  Rumların  dediğine  göre,  Kuzey  rüzgârı eserken yavru erkek, Güney rüzgârı eserken dişi olur. Arapların, atlara ilişkin ilgi ve bilgileri daha fazla olmasına rağmen, bu konuda herhangi bir görüşe rastlamadık.”

 

Bu süre 8-11 ay  arasındadır.  Eğer  öncelikle  sağ  memesinden  süt  gelirse  yavru  erkek,  eğer  sol memeden gelirse dişi olur. Bilgi, Allahu tealânın katındadır. Bazı kısraklar aygırdan uzak  durur,  güç  kullanmadan  kabul  etmez.  Bu  nedenle  gebe  olup  olmadığı  da  zor anlaşılır.  Bunlar,  gebe  kaldığında  tüyleri  parlak,  bakışları  sert  olur.  Erkek yaklaştığında hareket eder, uzaklaşır. Bazı kısraklar erkeğin menisini kabul etmez ve gebe kalmaz. Bu durumda en kısa  sürede ilaç kullanılmalıdır.” Kısrağın  gebe olup olmadığını anlamak için yeşil ot üzerine işemesinin sağlandığı; ertesi gün ot kurursa hayvanın  gebe  olduğu  kanısına  varıldığı  belirtilmiştir.  Eserde “bazı  kısraklar  ikiz doğurur,  ancak  musannif  buna  hiç  rastlamadığını,  bazı  atların  da  kısır  olup  gebe kalmadıklarını  bildirmiştir.  Ebeveyni  soylu  olan  bazı  atlarda  gebelik  zamanı bahardır.  Çiftleştirilirken,  her  on  dişiye  bir  aygır  yeterlidir.  Bazı  dişiler  doğumda çektikleri  yoğun  ağrıdan  dolayı  yavrularından  kaçar.  Bu  durumda  kısrağa  dikkat edilerek, tay memeye alıştırılmalıdır.” ifadelerine yer verildiği de aktarılmaktadır.

 

Ahmet İbni Hasan İbni Ahnef tarafından çevirisi yapılan ve 17’nci yüzyıla ait olduğu  sanılan  bir  Baytarnamede;  kısraklarda  gebelik  belirtileri,  gebelik  teşhisi, yavru  atma,  doğum  sonrası  dönem,  kısırlık  tedavisi,  prolapsus  uteri,  ölü  yavrunun uterustan  çıkarılması  gibi  konulardan  bahsedilmektedir  (Erk,  1960).  “Kısrak yalnızlıktan  hoşlanır,  doğumdan  sonra  yedi  gün  kendi  haline  bırakılmalıdır, karnındaki  her  şeyi  bu  kadar  günde  atar  (sonun  atılması,  uterusun  normal  hale gelmesi).” Baytarnamede,“doğumdan  evvel  yavrunun  erkek  veya  dişi  olacağını anlamak için kısrağın memelerine bakılır. Sağ memesinde süt olursa yavru erkek, sol memede  ise  dişi  olur.” şeklindeki  batıl  inançlara  da  yer  verildiği  bildirilmiştir.  Erk (1960),  bu  Eserin  sekizinci  bab’ında  yer  verilen  doğum  ve  jinekolojiye  ilişkin bilgileri  şu  şekilde  aktarmaktadır:“Hırap  gösteren  kısrak  aygır  görünce  işeyip fercinden  sular  akıyorsa  aygıra  çekmek  zamanı  gelmiştir.  O  zaman  rahim  meniyi kabul  eder.  Aygıra  çektikten  sonra  yedi  gün  sabredip  tekrar  aygıra  göstermelidir. Kısrak  işeyip  fercinden  su  akarsa  gebe  kalmamıştır.  Eğer  kısrak  aygırı yanaştırmazsa gebe demektir.” “Kısrak yalnızlıktan hoşlanır, doğumdan sonra yedi gün  kendi  haline  bırakmalıdır,  karnındaki  her  şeyi  bu  kadar  günde  atar  (sonun atılması, uterusun normal hale gelmesi). Görülür ki, kızgınlık alâmeti ve doğumdan sonra  ikinci  sıfata  kadar  geçecek  müddetler  doğru  olarak  verilmiştir.  “Doğumdan evvel yavrunun erkek veya dişi olacağını anlamak için kısrağın memelerine bakılır. Sağ  memesinde  süt  olursa  yavru  erkek,  sol  memede  ise  dişi  olur” gibi  batıl  şeyler yazılmıştır. “Gebe  kalmayan  kısrağın  tedavisi  için:  Kasal  hımar (Lithospermum officinale) ve natron (NaHCO3) kısrağın yemine karıştırılır, ishal olur. Sonra mersin yaprağı (Myrtus communis) suda kaynatılıp ılık iken ferçten el sokulup dört beş kere bu  ılık  su  ile  yıkanır,  temizlenir.  Sonra  silinip  kısrak  gezdirilir.  Ertesi  gün  aygıra çekilir. Bu fayda vermezse misk, safran ve menekşe yağı karıştırılıp ferce ithal edilir. Kısrağa yedi gün ot yedirilir. Bu da fayda vermezse üzerine çemendir çekmelidir (?). Bundan  da  fayda  görülmezse  kısrak  kısırdır,  tedavi  edilemez.  Gebe  kalmamak semizlikten  ileri  geliyorsa  kısrağa  az  yem  vermeli  ve  koşturmalıdır.” “Eğer  yavru uterusta ölmüşse; bir kişi kısrağın başını tutar, biri de fercine el sokup luabı sakarcıl (?)sürer, sonra barbunya şaraba katılıp kısrağın burnuna akıtılır. Bu ilaçlar kısrağın uterusundaki  ölü  tayı  düşürür.  Güç  doğumlarda  ise  bir  ayet  yedi  kere  okunur, kısrağın  doğurması  bu  suretle  kolaylaştırılır,  demekle  tekrar  batıl  satırlar yazmıştır.”   “Kısrağın  rahmi,  fercinden  çıkarsa  (Prolapsus  uteri)  hayvan  eğri (meyilli)  yerde  tutulur,  rahim  ılık  su  ile  yıkanıp  sonra  şarapla  da  yıkanır,  iğne  ile dürtülür (scarification) veya nar kabuğu, şarap ve zeytinyağı pişirilip bununla rahim yıkanırsa  içeri  gider.  Kendi  kendine  gitmezse  yavaş  yavaş  elle  sokulur.  Sonra  ferç şarapla  yıkanır,  ibrişim  ile  dikilir,  hayvanın  işeyebileceği  kadar  yer  bırakılır.  Bu dikişler üç hafta kadar bırakılır ve ferç sık sık şarapla yıkanır.” “Yazar, prolapsus uteri halinde başkalarından duyduğu bir tedaviyi şöyle anlatmaktadır: Yerine konan uterus üflenip şişirilir, ağzı (?) bağlanır, sonra kısrak binilmemeli, gezdirilmemeli ve iyi beslenmelidir. Bu son tedavi şeklinin biraz hayali olduğu görülmektedir.” “Gebelik teşhisi için de sıfattan bir gün sonra kısrak bir yeşil ot üzerine işetilir. Ertesi gün bu ot kurursa kısrak gebedir, kurumazsa değildir.” “Yavru atmanın ârazı: Kısrağın ferci daima hareketlidir”. Ağızdan verilmek üzere birçok ilaç tarif edilmiştir.

 

Erk (1960), veteriner hekimliğe ait bütün Arapça eserlerde olduğu gibi bu Eserde de doğum konusuyla ilgili hiç de yanlış olmayan bilgiler bulunduğuna dikkat çekmektedir. Özgür ve Özen (2000), “Tercüme-i Müfredat-ı İbn Baytar” adlı Eserde, akik taşının kısırlık için tedavi edici olarak kullanıldığını, aynı taşın kan durdurucu etkisinden de bahsedildiğini bildirmişlerdir.

Dinçer’e (1973) göre, “Avn Ahl al-Cihad” adlı Eserde, kısrakların istekli olunca çiftleştirileceği, yedi gün sonra tekrar aygıra gösterileceği, istemezse gebe kalmış anlamına geldiği, ceninin 120 günde şekillendiği belirtilmiş; Eserde, “beş ayda ruh gider, kılları çıkmaya başlar, 11,5 ayda doğurunca “kâmil doğum” yapmış olur” ifadelerine de yer verilmiştir.

Erk, (1961c), 19’uncu yüzyılda çevirisi yapılan “Tuhfetülfarsîn Fî Ahval-i Huyul El-Mücahidin” adlı Eserin sekizinci babında yer verilen doğum ve jinekolojiye ilişkin bilgileri aşağıdaki şekilde aktarmıştır:

Döl için (damızlık) kısrağın azaları büyük olmalıdır. Birkaç kere aygıra çekilip döl alınamayan kısraklara, ilm-i baytarada mahareti olan bir kimse tırnaklarını kesip kısrağın fercine elini sokar, rahmi bulur, evvelâ bir parmağını, sonra yavaş yavaş diğer parmaklarını sokup bir miktar açılınca (cervix uteri), ferç sabunla yıkanıp bir parmak ucuna temiz pamuk bezi sarılıp rahme sokulur, rahmin içi bu bezle temizlenir. Sonra rahim içine bir telki şerdanî (?) konur. ġerdan eriyinceye kadar beklenir. O gün iki defa aygıra çekilir, ertesi gün gene iki defa, müteakip gün de bir defa olmak üzere aygıra gösterilir. Arzu gösterirse çekilir. Birkaç gün ahırdan çıkarılmaz ve sütle incir kaynatılıp on beş gün yemine katılır.”

Smith (1919), yedi ile 12’nci yüzyıllar arasında İslâm ülkelerinde veteriner hekimliğin, o dönemin Avrupa’sına göre çok daha bilimsel nitelikte olduğunu belirtmiş ve İslâm Uygarlığı veteriner hekimliğinin doğum bilgisi alanında yenilikler getirdiğini öne sürmüştür. İslâm Uygarlığında dokuzuncu yüzyıldan başlayarak 14’üncü yüzyıla kadar yazılmış Baytarnamelerde doğum ve jinekolojiyle ilgili değerli bilgilere yer verildiği saptanmış, buna karşın, Batı’da bu alandaki çalışmalarda ancak 16’ıncı yüzyıldan sonra ilerleme kaydedildiği bildirilmiştir (Erk ve Erk, 1963; Dinçer, 1967).

Batıda, Rönesans’la birlikte Orta Çağ’ın sonuna gelinmiş ve modern bilim gelişmeye başlamıştır. Bu dönemden itibaren veteriner doğum ve jinekoloji alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır (Erk ve Erk, 1963; Yerlikaya ve Özen; 2005). İtalyan anatomistlerden Gabriel Falloppius (16’ncı yüzyıl), reprodüksiyon organlarının anatomisi konusundaki buluşları ile literatürlere geçmiştir (Erk ve Erk, 1963; Anonim, 2009b). İngiliz bir şair olan George Turberville 1576’da av köpeklerinin bakımı konusunda yazdığı bir kitapta köpeklerde ovariektomi’den “ilk doğumdan önce yapılmalı” şeklinde bahsetmiş, ancak operasyonun nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgi vermemiştir (Smith, 1919; Erk, 1955). Dil, hukuk ve tarih alanlarında araştırmalar yapan Alman Conrad Heresbach 1570 yılında yazdığı “Ziraat Meseleleri” adlı Kitapta, dişi develere savaşlarda kullanılmak için ovariektomi yapıldığından bahsetmiştir (Smith, 1919; Erk, 1955). Erk (1966), at anatomisinin ilk bilimsel kitabının yazarı olan İtalyan Avukat Carlo Ruini’nin, 1598 yılında yazdığı Eserinde doğum bilgisi konularına da yer verdiğini bildirmektedir. Eserin dördüncü bölümünde, dölerme organlarının anatomisi, fötusun uterustaki durumu, zarları, fötus damarlarının özelliği ve foramen ovale tarif edilmektedir. Fötusun çeşitli patolojik durumları hakkında bilgi sahibi olan Ruini, Eserinin beşinci bölümünde ise doğum ve gebelik bozukluklarını, güç doğumları, prolapsus uteri ve tedavilerini açıklamıştır. Kısraklarda güç doğuma neden olan büyük yavrular için fötotomiyi tavsiye etmiş, çengel kullanma, reddetme, yağlı maddeler uygulama esaslarını koyarak bu alanın bilgilerini zenginleştirmiştir.

Karın ve uterus duvarının ensizyonu ile yavrunun dışarı çıkarılması anlamına gelen sezaryen operasyonu (Caesarean Section) deyimi ilk olarak 17’nci yüzyılda kullanılmıştır (Erk ve Erk, 1963). Smith (1919), İngiliz Veteriner Hekim Operatör John Crawshey’nin, 1636 yılında yayımladığı Kitabında, doğum bilgisine yer verdiğini ve özellikle sezaryen operasyonunu ayrıntılı olarak anlattığını bildirmiştir. Tıpta barsak dikişini 17’nci yüzyılda ilk kez kullanan İngiliz Veteriner Hekim Operatör Michael Harward da doğum bilgisine çok önem vermiş ve güç doğum ve yardımlarından, ipler, çengeller ve fötotomiden, retentio secundinarum, prolapsus uteri ve tedavilerinden uygun yöntemler vererek bahsetmiştir (Smith, 1919; Erk ve Erk, 1963).

Deneysel fizyolojinin kurucularından biri olarak kabul edilen Hollandalı Reignier de Graaf 1672 yılında, tavşan, köpek, sığır ve kadın yumurtalıklarında, kendi adı ile anılan folikülü keşfetmiştir (Gardner, 2007). Aristo’nun “embriyonun erkek tarafın ürünü olduğu” görüşünü reddeden Graff, dişi memelilerde yumurtalığı göstermiş ve yavru ile anne arasındaki benzerliğe dikkat çekmiştir. Ancak, Hollandalı bilim adamı Antony van Leuwenhoek’un 1677’de insan ve hayvan spermatozoonlarını keşfi, Aristo’nun söz konusu görüşünün savunulmasına olanak sağlamıştır (Wolf, 1952; Erk ve Erk, 1963).

Doğaneli (1960), Fransa-Lyon’da Dünya’nın ilk Veteriner Okulunun 1762’de açılmasının ardından, buradan mezun olan veteriner hekimlerin çeşitli dergilerde doğum bilgisi ile ilgili yazılarının yayımlandığını, doğum bilgisine ait doğru ve esaslı bilgilerin de bu konuda yazılan eserlerde yer aldığını bildirmiştir. Froehner (1954) ve Doğaneli (1960), Fransız bilim adamı Vitet’in (1772), pelvis kanalının darlığı ile yavrunun hacminin büyüklüğünü birbirinden ayırdığını ve büyük hayvanların güç doğumlarında doğum iplerinin ve çengellerinin yerine kerpeten şeklinde penslerin kullanılmasını tavsiye ettiğini bildirmektedirler. Onyedinci yüzyılın en ünlü komparatif anatomistlerinden biri olan hekim ve cerrah John Hunter, freemartinismus, hayvanlarda kızgınlık, genç hayvanlarda tek taraflı ovariektomi ve plasentanın yapısı üzerinde çalışmalar yapmıştır. İtalyan Rahip Lazzaro Spallanzani ise 1777 yılında kurbağalarda ilk kez sun’i tohumlamayı gerçekleştirmiş ve yumurtaların döllenebilmesi için sperma ve yumurtanın temas etmesinin zorunluluğuna dikkat çekmiştir (Armutak, 2000). Alman Veteriner Hekim Rohlwes (1799), hayvanların pratik ve teorik doğum ve jinekoloji konularına değinmiş ve ilk kez dış gebelikten bahsetmiştir. Kısraklarda gebelik ve yaklaşan doğumun belirtileri, gebelere gösterilmesi gereken özen, yavrunun normal pozisyonu, anormal gelişler ve bunlara yapılacak müdahaleler, fötotomi, güç doğumlarda ip kullanılması konularını anlatmıştır. Fötusun hidropsu, doğumda plasentanın inceliği, mumifikasyon ve ankiloz oluşumlarını bilimsel olarak açıklamıştır (Doğaneli, 1960; Erk ve Erk, 1963). Ondokuzuncu yüzyılda Veteriner Hekim Rohlwes (1800), Pilger (1806), Ludwig (1806), Jörk (1808), Tennecker (1820), Stein (1820), Carus (1822) doğum ve jinekoloji konularında kitaplar yayınlamışlardır. Yine 1830’larda Veteriner Hekim Kahlert, Henkel, Binz ve Günther tarafından yayımlanan kitaplarda, fötusun patolojisi, fötusun hatalı gelişleri, sezaryen operasyonu, fötotomi konuları aydınlatılmış; Hetzberg (1841), Baumeister (1844), Reinart (1845), Dieterich (1845), Rueff (1859) tarafından birçok kez basımı yapılan eserler yayımlanmıştır (Froehner, 1954; Doğaneli, 1960).

Ondokuzuncu yüzyılda eter’in ağrı dindirici etkisinin ortaya konması (1818) ve Fransız bilim adamı Luis Pasteur ve İngiliz Operatör Joseph Lister’in bakteriyoloji ve antiseptikler konusundaki çalışmaları, veteriner doğum bilgisine de yansımış ve özellikle güç doğumlar ile cerrahi operasyonların sonuçları yüz güldürmeye başlamıştır (Erk ve Erk, 1963).

Alman Veteriner Hekim Friedrich Günther tarafından 1830 yılında yazılan “Pratik Veteriner Doğum Bilgisi” adlı kitapta; fötotomi ve diğer güç doğum müdahaleleri, pelvis anatomisi, dişi genital organlar, normal doğum, gebelik, anormal gelişlerde yapılacak müdahaleler, ikizliğin neden olduğu güç doğumlar, teratolojik güç doğumlar, doğuran hayvanlarda çeşitli hastalıklardan (retentio secundinarum, prolapsus uteri, hypocalcemia) bahsedilmiş; güç doğumlarda kullanılacak aletler (uzun çengeller, halkalı ipler, tomlar) hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Kitapta, ineklerin puerperal enfeksiyonlarından korunmaları için antiseptikler önerilmiş; doğum sonrası genital organların kalsium klorür ile temizlenmesi denenmiştir. Günther, Beşeri Jinekolog Semmelweis’dan 17 yıl, Lister’den 37 yıl önce, veteriner hekimlikte antiseptik uygulamasına başlamıştır. Erk’lere (Erk ve Erk, 1963) göre, böylece 1830 yılından itibaren veteriner doğum bilgisinde yeniçağ başlamıştır.

İngiliz bilim adamı Henry Hickman, 1824 yılında karbondioksit’i çeşitli hayvanlara uygulayarak bayılmalarını sağlamış; 1840’lı yıllarda bir grup Amerikalı bilim insanı bu işlemin cerrahi girişimlerde anestezi olarak kullanılabileceğini göstermiştir (Smithcors, 1957). Eter’in 1846 yılında anestezik olarak ve kloroform’un 1847’de ağrı kesici olarak kullanılmasının ardından, 1848’de lokal kokain anestezisi, 1885’de sinir uzamı anestezisi ve lumbal anestezi, 1892’de infiltrasyon anestezisi ve 1925 yılında da epidural anestezi bulunmuştur (Smithcors, 1957; Thwaites, 1958; Dunlop ve Williams, 1996).

Doğum ve jinekoloji alanındaki operasyonların daha kolay ve güvenli bir şekilde yapılmasını sağlayan aletlerin ortaya çıkışı yine 19’uncu yüzyılda olmuştur. Örneğin, fötotomi için kullanılan aletler arasında, zincir ve tel testereler, fötotomlar, infiltrasyon ve sinir uzamı anestezisi için kullanılan maden enjektörler ve iğneler bu yüzyılda geliştirilmiştir (Erk ve Erk, 1963). Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ve 20’nci yüzyılda birçok ülkede doğum bilgisi konularını aydınlatan çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bu kitapların yazarları arasında Veteriner Hekim Harms (1867), Lanzilotti-Buonsanti (1871), Saint-cyr (1875), Sjöstedt (1875), Franck (1876), Fleming (1878), Bruin (1897), Williafs (1909), Albrecht (1912), Keller (1928), Stob (1928) ve Bennesch (1933) bulunmaktadır (Doğaneli, 1960).

Memelilerdeki ilk başarılı embriyo transferi, reprodüktif biyolojinin öncülerinden İngiliz W. Heape tarafından 1890 yılında bir tavşan üzerinde gerçekleştirilmiştir. E. L. Willett ise 1951 yılında bir sığıra embriyo transferi uygulamıştır (Biggers, 1991; Dunlop ve Williams, 1996).

Erk’lere (Erk ve Erk, 1963) göre, 19’uncu yüzyılın sonlarından itibaren kaydedilen hormonlar ile ilgili buluşlar, doğum ve jinekolojinin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Örneğin, 1895 yılında dişi hayvanlarda ovariotomiden sonra meydana gelecek bozuklukların ovarium implantasyonu ile giderilmesi, corpus luteum’un gebelik esnasındaki hormonal etkisinin keşfedilmesi ve 1902’de corpus luteum’un fekonde edilmiş ovumun (zygot) uterusta nidasyonu için gerekli bir hormon ürettiğinin anlaşılması, 1905 yılında kastre edilmiş sığırlarda hipofiz bezi ağırlığının artmasının kanıtlanması, 1906 yılında ovarium ekstraktı ile hayvanlarda kızgınlık meydana getirildiğinin ortaya konması bu konuda dikkat çeken buluşlar olarak kayıtlara geçmiştir. Hormonlarla tedavi ilk kez 1906 yılında hipofiz bezinin arka lobu ekstraktlarının kullanılması ile başlatılmıştır. Keçilere hipofiz ekstraktı verilerek süt miktarının arttırılması 1910 yılında başarılmıştır. Plasentanın hormonal aktivitesi 1926 yılında ortaya konmuş; infantil farelerde plasenta implantasyonu ile gonadotropik bir etki meydana geldiği görülmüştür (Erk ve Erk, 1963). Histamin ve izole edilmiş oksitosin 1928 yılında keşfedilmiştir (Dunlop ve Williams, 1996). Gebe kısrakların kan serumunda gonadotropik etkiye sahip bir maddenin bulunduğu ve bu maddenin üretim yerinin chorion epiteli olduğu 1934 yılında anlaşılmıştır (Erk ve Erk, 1963).

Almanya’da 1935 yılında patolojik anatomi ve bakteriyoloji alanlarında çalışmalar yapan Beşeri Hekim Gerhard Domack’ın ilk sulfonamid olan prontosili bulmasının ardından, sulfonamidler; bundan kısa bir süre sonra ise İngiltere’de Beşeri Hekim Bakteriyolog Alexander Fleming’in penicilini keşfetmesiyle birlikte antibiyotikler tıp alanında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır (Maurois, 1959; Thwaites, 1958; Erk ve Erk, 1963; Drife, 2002).

Dinç’e (2008) göre, veteriner hekimliği alanında 1950’li yıllarda karkas kalitesi ile ilişkili olarak etçi hayvanlarda vücudun değişik bölgelerindeki yağ oranını değerlendirmek amacıyla ultrasonografiden yararlanılmaya başlanmıştır. Doğum ve jinekoloji alanında A- Model ultrasonografi ilk kez Lindahl tarafından koyunlarda gebelik teşhisi amacıyla 1966 yılında kullanılmıştır. Doppler esasına göre çalışan ultrason kullanımına ise ilk kez koyun ve domuzlarda 1967 yılında başlanmıştır. B- Model real-time ultrasonografinin veteriner hekimliğinde kullanımı ilk kez 1980’li yıllarda doğum ve jinekoloji alanında gerçekleşmiştir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayvanlar üzerinde in vitro fertilizasyon çalışmalarına başlanmış; ilk fertilizasyon 1954 yılında Fransız Jinekologlar Thibault ve Dauzier tarafından bir tavşan üzerinde gerçekleştirilmiştir (Chang, 1968; Gardner, 2007). Bu buluşların doğum bilgisi ve jinekolojide uygulanması, alanın tarihinde çok önemli gelişmelerin kaydedilmesini ve girişimlerde başarı oranının artmasını sağladığı gibi eğitim-öğretim ve araştırma konularını da doğrudan etkilemiştir (Erk ve Erk, 1963).

Kemoterapi, endokrinoloji, genetik, serum tedavisi ve antibiyotiklerin kullanılması ile hız kazanan araştırmalar, hayvanlarda doğum ve jinekoloji konuları üzerindeki birçok bilinmezin açığa çıkarılmasına yardımcı olmuştur (Karasszon, 1988).

Veteriner hekimliği alanında doğum ve jinekolojiye ilişkin gelişmeler akademik araştırmalara da yansımış; diğer yandan veteriner okullarının doğum ve jinekoloji birimlerinin çalışmaları sayesinde bu alanda her gün yeni başarılara imza atılmıştır. Dünyadaki bütün bu gelişmeler, Türkiye’de 1842 yılından sonra bilimsel veteriner hekimliğin başlamasıyla birlikte uygulama alanı bulmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra veteriner doğum ve jinekoloji alanında akademik düzeyde gerçekleştirilen araştırma ve yayın faaliyetleri giderek artan bir ivme ile uluslararası düzeye taşınarak sürdürülmüştür.